AÖF - Açıköğretim - Ders Notları - Çıkmış Sorular

Tam Versiyon: Halkla İlişkiler Ünite 1-2-3-4 Ders Notu
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
MALİYE POLİTİKASI 1 DERS NOTLARI
 
5.ÜNİTE
1.      Enflasyon; Fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artmasıdır.
2.      Bir ekonomide bir seferlik fiyat artışları ya da bazı malların fiyatlarının artması enflasyon olarak tanımlanamaz. Enflasyon tüm fiyatların sürekli olarak artması durumudur.
3.      Enflasyon nedeni; talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
a.      Talep enflasyonu: Toplam talebin artması sonucu olarak fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artıştır.
b.      Maliyet enflasyonu: Üretim maliyetlerinin artması sonucu olarak fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artıştır.
4.      Ücret-fiyat spirali: Ücret ya da fiyatlardaki bir artışın diğerini de uyararak enflasyona neden olmasıdır. Örneğin, fiyat artışları ücret Artışlarına yol açacak, bu durum ise üretim maliyetlerini artırarak tekrar fiyatları artıracaktır.
a.      Ücret    ve    fiyatların    bu    şekilde   birbirini   beslemesi    olgusu    ücret-fiyat spirali   olarak
adlandırılmaktadır.
5.      Enflasyonun nedenlerine ilişkin olarak üzerinde durulması gereken bazı konular;
a.      Enflasyon da beklentilerde çok önemlidir.
b.      Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan enflasyonlar
c.       Dış ticaret
6.      Yapısal enflasyon: Gelişmekte olan ülkelerde nitelikli eleman, sermaye ve ham madde kıtlıkları nedeniyle üretimin düşük olmasına bağlı olarak ortaya çıkan fiyat artışlarıdır.
7.      Enflasyonun Etkileri;
a.      Enflasyon satın alma gücünü azaltmaktadır. Bunun anlamı aynı miktar parayla gittikçe daha az mal ve hizmet alınabilmesidir.
b.      Enflasyon gelir dağılımını etkilemektedir. Kimine daha fazla kazandırır, kimine ise ekonomik satın alma sorunu çıkartır.
c.       Enflasyonun olumsuz etkilenen bir diğer kesim de borç verenlerdir. Özellikle gerçekleşen enflasyon oranının beklenen enflasyon oranın üzerine çıktığı dönemlerde, borcun reel değeri aşınacaktır. Bu da borçlu lehine alacaklı aleyhine bir durum yaratacaktır. Enflasyonun gelir dağılımını bozucu etkisinden en çok ücret ya da maaş gibi sabit ücret alanlar etkilenmektedir. Çünkü bu kesimlerin gelir artışları enflasyonu geriden izlemektedir.
d.      Yüksek enflasyon aynı zamanda fiyat sisteminin işlevini kaybetmesine neden olmaktadır.
e.       Menü Maliyetleri: Enflasyon nedeniyle fiyatlarını artıran firmaların, fiyat etiketleri, kataloglar gibi fiyatların duyurulduğu ortamları yenilemek zorunda kalmaları nedeniyle katlanmak zorunda kaldıkları maliyetlerdir.
f.       Enflasyon vergisi: Devletin para basması sonucunda kişilerin elinde tuttukları paranın değerinin azalması sonucunda, kişilerin reel balanslarını (ellerinde tuttukları paranın gerçek değerini) korumak için tüketimlerini azaltmalarıdır.
g.       Tanzi Etkisi: Enflasyonist dönemlerde, vergilerin tarh ve tahsili arasındaki sürenin uzaması nedeniyle vergi gelirlerinin reel değerinin azalmasıdır.
h.      Eğer %2-3 gibi makul bir enflasyon oranı tutturulabilirse yatırımların ve dolayısıyla istihdamın artacağını savunan görüşler vardır.
i.        Yüksek enflasyonun yaşandığı dönemlerde toplumda ahlaki erozyonun yaşandığı gözlenmektedir.
8.      Enflasyonla nasıl mücadele edilecektir;
a.      Monetaristler enflasyonu parasal tabanın hızla büyümesine bağlarlar ve enflasyonun “her zaman ve her yerde parasal bir olgu” olduğunu savunurlar.
b.      Arz yanlı ekonomistler ise özellikle vergilerin üretim düzeyi, çalışma ve yatırım yapma arzusu üzerindeki olumsuz etkisini vurgulamaktadırlar. Bu nedenle vergi oranlarının azaltılması üretimi, yatırımı teşvik edecek ve toplam arzın artmasıyla beraber toplam talep fazlası ortadan kalkacak, böylelikle enflasyonla mücadele edilmiş olacaktır.
c.       Post Keynesyenler ise enflasyonu sınıfsal bir çatışmanın sonucu olarak görme eğilimindedir. Buna göre işçilerle kapitalistler arasında milli gelirin bölüşümü ne yönelik bir çatışma söz konusudur: İşçiler kendi durumlarını iyileştirmek için ücret artışları talep ederlerken, kapitalistler de ücret artışları nedeniyle kâr paylarının azalmasını engellemek için ürettikleri malların fiyatlarını artırma eğiliminde olacaktır. Gelir bölüşümü savaşının sonucu ise  enflasyon olmaktadır.
d.      Keynesyen yaklaşım ise enflasyonu toplam talebin toplam arzdan fazla olmasına bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak görür.


 
9.      Kamu harcamaları, mal ve hizmet alımına yönelik kamu harcamaları ve transfer harcamaları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
a.      Mal ve Hizmet Alımına Yönelik Kamu Harcamaları; Mal ve Hizmet Alımına Yönelik Kamu Harcamaları bunların her ikisinde yapılacak bir kısıntı toplam talebi azaltacaktır.
i.      Kamu harcamalarındaki artış çarpanın değerine bağlı olarak milli geliri artırmaktadır.
ii.      Kamu harcamalarındaki azalma, çarpan aracılığıyla milli gelirde daha büyük bir  azalış yaratacaktır.
iii.       Her iki harcama türü için çarpan katsayısı (1/(1-c)) olmaktadır.
iv.      Cari harcamalar devletin tüketim ve personel harcamalarıdır.
v.     Kamunun tüketim harcamalarının kısılması, üretim kapasitesinin eksik değerlendirilmesine, üretken sektörlerde atıl kapasite sorununun ortaya çıkmasına yol açacaktır.
vi.      Enflasyonun nedenlerinden biri toplam talebin toplam arzdan fazla olması dır.
vii.      Yatırımlar kısa dönemde toplam talebi artırırken uzun dönemde toplam arzı artırmaktadır.
b.      Transfer Harcamaları; mal ve hizmet alımına yönelik harcamaların aksine karşılıksız nitelikte harcamalardır. Bu harcamaların genel niteliği; emekli, dul, yetim, öğrenci gibi ihtiyaç sahibi kesimlere yapılan harcamalardır.
i.      Transfer harcamalarında yapılacak kesintilerin ekonomideki enflasyonist baskıları azaltabileceği düşünülebilir. Bu durum sosyal devlet anlayışının güçlü bir şekilde uygulandığı bir ekonomi için geçerlidir
ii.      Ekonomik olarak en zayıf kesime yapılır ve özünde toplumsal bir amaç olduğu düşünüldüğünde enflasyonla mücadele için transfer harcamalarının azaltılması toplumsal adalet açısından doğru değildir.
iii.       Transfer harcamalarının bir kısmı da işletmelere yönelik olarak yapılmaktadır. Burada amaç işletmelerin üretimini teşvik etmektir.
iv.      Milli geliri transfer harcamaları çarpanı (c/(1-c))
c.       Enflasyonla Mücadele ve Kamu Gelirleri; Enflasyonist dönemlerde kamu gelirlerini, özellikle de vergi gelirlerini artırmak, kişilerin elinde daha az harcanabilir gelirin kalması nedeniyle tüketim ve yatırım harcamalarını azaltacak, dolayısıyla enflasyonist baskı azalacaktır.
d.      Gelir Vergileri;
i.      Genellikle artan oranlı olarak uygulanan gelir vergisi, bu yapısı nedeniyle enflasyonla mücadele açısından oldukça elverişli bir araç olmaktadır.
ii.      Enflasyonist dönemlerde çoğu bireyin reel geliri artmasa da Nominal geliri artmakta, bunun sonucu olarak bireylerin geliri bir üst vergi dilimine girmektedir.
iii.       Artan oranlı gelir vergisinin bir diğer özelliği az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alındığı için toplumsal adalet ilkelerine uygun olmasıdır.
iv.      Artan oranlı gelir vergisi bu adaletsizliği azaltmak için en uygun vergi olmaktadır.
e.       Gider Vergileri; Enflasyonla mücadelede bir diğer yöntem mal ve hizmet alımının vergilendirilmesidir. Bu yöntem mal ve hizmetlerin fiyatlarını artıracak ve tüketimin azalmasına yol açacaktır. Böylece toplam talep azaltılmış olur. Dolaylı vergiler enflasyonla mücadele açısından son derece etkin vergilerdir. Öyle ki aynı miktarda vergi hâsılatı sağlayan gelir vergisine oranla, dolaylı vergiler tüketimi daha çok kısacaktır.
i.      Dolaylı vergiler toplam talebi azaltmak açısından çok yararlı olsalar da adil olmadıkları için eleştirilmektedirler.
ii.      Bilindiği gibi gelir düzeyi yüksek bireylerin tüketimlerinin gelirleri içindeki payı düşüktür. Bu bireylerin tüketimleri miktar olarak az gelirli kesimlerden yüksek  olsa da gelirlerine oranla düşüktür. Bunun nedeni, az gelirli kesimlerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için gelirlerinin büyük bir kısmını, hatta tamamını tüketime ayırmalarıdır. Dolaylı vergilerin bu gerileyici yapısı bu vergilerin adaletsiz olmasının nedenidir. Dolaylı vergilerin bu adaletsiz yapısını hafifletmek için zorunlu tüketimle lüks tüketimin farklı vergilendirilmesi yoluna gidilebilir.
iii.       Gelir düzeyi düşük kesimlerin tükettikleri mal ve hizmetler daha düşük oranda vergilendirilirse vergilemede daha adil olunacaktır.
 
f.       Servet Vergileri; Servet vergilerinin enflasyonla mücadele Açısından etkinliği çok daha azdır. Hem servet vergilerinin tabanının dar olması hem de bu vergilerin toplam talep artışını yakından izlememesi nedeniyle enflasyonla mücadele açısından etkin değildir.


 
g.       Borç Yönetimi: Kamu borçlanmasının bütçeye olan maliyetini minimize etmek ve çeşitli  makro ekonomik hedefleri gerçekleştirmek amacıyla, kamu borçlarının miktar ve bileşimlerinin değiştirilmesidir.
i.      Devlet temelde üç kesimden borçlanabilir; hane halkları ve firmalar, ticari bankalar ve Merkez Bankasından borçlanma.( Halkın fon satın alması )
ii.      Devlet Merkez Bankasından borçlanmayı tercih ederse bu borçlanmanın etkisi tamamen enflasyonist olacaktır. Çünkü Merkez Bankası devlete borç verirken para basacak, bu da parasal tabanı genişletecektir.
iii.       Devlet, Merkez Bankası’ndan aldığı borcu geri ödemez ve bu borçlanma yöntemine sürekli olarak başvurursa, enflasyonist baskı daha da şiddetlenecek ve kronik enflasyon sorunu ortaya çıkacaktır.
iv.      Parasal taban: Bir ekonomide dolaşımda olan nakit parayla banka mevduatlarının toplamıdır.
v.     Devlet borçlanmasının anti-enflasyonist işlevi, borçlanmanın ekonomideki likiditeyi azaltması durumunda ortaya çıkmaktadır. Bunun için devletin aldığı borcu harcamaması gerekmektedir.
vi.      Devlet borçları vade yapısı açısından değerlendirilecek olursa enflasyonist dönemlerde uzun vadeli borçlanmanın tercih edilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
10.    Küreselleşme, Maliye Politikası Ve Enflasyonla Mücadele;
a.      Anti-enflasyonist maliye politikası, temelde Keynesyen çerçeveye dayanmaktadır. Bu çerçeve, ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin sınırlı olduğu bir ekonomik ortamın izlerini taşımaktadır.
b.      Finansal kırılganlık: Bir finansal sistemin krize ne kadar açık olduğunun ölçüsüdür.
c.       Finansal kırılganlığın sürdürülemez noktaya ulaştığı algısı yaygınlaşınca ülke dışına ani bir sermaye çıkışı olmakta ve ekonomik kriz çıkmaktadır.
d.      Bir ülkeye sermaye girişi sınırlanamadığı sürece, o ülkenin toplam talep yönetimini ne dayalı geleneksel maliye politikalarını uygulaması güçleşmektedir.
e.       Kriz ve sonrasında ise öncelik ekonominin yeniden toparlanması için istikrar önlemleri alınmasıdır. Bu aşamada küresel sermayenin güvenini kazanmak için sıkı para ve maliye politikaları izlenmekte, kamu dengesinin sağlanması öncelikli hedef olmaktadır.
11.   Enflasyon nedenleri;
a.      Tüketimin artması
b.      Enerji maliyetlerinin artması
c.       Para arzının artması
d.      Toplam arzın azalması
12.   Az gelişmiş bir ülkede yaşanan enflasyon sorunu “ Yapısal enflasyon” ile açıklanır.
13.   Enflasyonun olumsuz özellikleri;
a.      Gelir dağılımını bozar
b.      Spekülatif yatırımlar artar
c.       Ödemeler dengesini bozar
d.      Kaynak dağılımını bozar
14.   Ücretlerin artması maliyet enflasyonuna sebep olabilir
15.   Enflasyonla mücadelede maliye politikası çerçevesinde “Bütçe fazlası” vermesi önlemi alınabilir.
16.   Enflasyon modelinin milli gelir paylaşımı çatışması olduğunu savunan görüş “ Post Kaynesyen”
17.   Enflasyonun her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğu kabul edilirse, “Sıkı para politikaları” uygulaması doğru olacaktır.
18.   Enflasyonla mücadele açısından “Toplam arzın arttırılması” uzun dönemli bir önlemdir.
19.   Enflasyonist dönemlerde kamu harcamalarından “Yatırım” ın azaltılması daha kolaydır.
20.   Uzun vadeli borçlanmada kamu borçlanması enflasyonun önlemede etkili olacaktır.
 
6. ÜNİTE
1.      Durgunluk: Ekonomide talep yetersizliği nedeniyle işlem hacminin daralması sonucunda ortaya çıkan
kapasite düşüklüğü ve işsizlik olgusudur.
a.      Bir ekonomide toplam talep yetersizliğinden meydana gelen bir toplam arz-toplam talep
dengesizliği söz konusu olmaktadır.
b.      Durgunluk halinde, milli gelir eksik istihdam düzeyinde gerçekleşmekte, işsizlik artmakta ve faktör ve mal fiyatlarında genel bir düşme eğilimi gözlemlenmektedir.
c.       Ekonomik kriz ile durgunluk arasındaki fark, yaşanan dengesizliğin boyutu, derinliği ve süresi ile ilgilidir. Durgunluk krize göre daha yüzeyde seyreden, daha az sayıda işsizliği açığa çıkaran ve daha kısa süre devam eden bir dengesizlik olduğu halde, kriz çok daha


 
derin bunalımlara, yaygın işsizliğe yol açan ve uzun süre devam eden bir dengesizlik
halidir.
d.      Keynesyen görüşe göre, tasarruf ve yatırım dengesizliği piyasa koşullarının ekonomik dengeyi ve tam istihdamı otomatik olarak sağlamasını engellediğinden, piyasalara  kamusal genişletici politikalarla müdahale edilmesi kaçınılmazdır.
e.       Klâsik görüşe göre, emeğin fiyatı olan ücret her iki yönde de esnek olduğundan,
ekonomide daima tam istihdam sağlanmış olur.
f.       Kronik işsizlik, reel ücretleri biyolojik asgari düzeyin altına çektiği zaman, emek arzı gerileyerek istihdam düzeyinin yeniden kurulacağı ve ücretlerin makul düzeye yükseleceği ileri sürülmüştür.
g.       ABD de başlayan ve batı ekonomisine yayılarak büyük boyutlara varan işsizlik ve durgunluğa karşı ekonomilerin iç dinamikleri dışında bir çare düşünülmeye başlandı böyle bir ortamda Keynesyen maliye politikası kuramı, durgunluğun giderilebilmesi ve istihdamın sağlanabilmesi için devlet müdahalesini aktif bir unsur olarak ortaya koymuştur.
h.      Durgunluğun ağır durumunda, özel kesim harcamalarına ek olarak, kamu harcamalarının da hızlı bir şekilde yükseltilmesi gerekebilir.
i.        Durgunlukla etkin olarak mücadele edilebilmesi için, genişletici maliye politikası araçları iyi seçilmeli ve bu araçlarda yapılacak düzenlemelerin dozları kontrol altında tutulmalıdır. Aksi takdirde, yürütülen mücadele gerekli etkiyi yapamıyor olabileceği gibi, ekonomiyi aksi yönde tetikleyerek, enflâsyonist basıncın ortaya çıkmasına da neden olabilir.
j.        Durgunlukla mücadele araçları harcamaların artırılmasına ve/veya vergilerin azaltılmasına yönelik, toplumun çabuk kabul edip, aynı hızda vazgeçemeyeceği politikalardır.
2.      Durgunlukla Mücadelede Otomatik İstikrar Sağlayıcılar;
a.      Durgunluk derecesine göre 2 ye ayrılır. Durgunluğun hafif olduğunda iradi değişikliklere başvurmadan, vergi ve harcama politikalarının esneklik özelliklerinden yararlanılarak, otomatik istikrar yeterli olabilir.
b.      Otomatik istikrar sağlayıcı elemanların dozu ve ekonomideki etkinlik dereceleri,
sistemlerin gelişmiş ve karmaşık olmaları ile doğru orantılıdır.
c.       Sistemin ekonomik Konjonktüre karşı tepki veren en önemli aracı gelir vergisidir.
d.      Durgunluk dönemlerinde faktör gelirleri gerileyeceğinden, mükellefler daha düşük vergi oranlarına tabi olurlar. Böylece, vergi yasalarında ayarlama yapmaya gerek kalmadan özel kesimin vergi yükü azalır.
e.       Vergi gelirlerinin azalması sonucunda, kamu harcamalarının değişmediği varsayımı altında bütçe açığı oluşur ve açık finansman gereği belirir.
f.       Kurumlar vergisi genellikle düz oranlı uygulandığından, gerileyen gelirler karşısında yükümlüleri daha düşük vergi oranına indiremeyeceği için, otomatik istikrar sağlayıcı olma açısından etkinliği, gelir vergisine oranla zayıftır.
g.       Tüketim vergilerinde vergiler gelir karşısında gerileyen oranlı olduğundan tüketiciler üzerinde vergi adaleti açısından olumsuz etki yaratmanın yanında, talep emici özelliklerinden dolayı, durgunluk dönemlerinde ters etki oluştururlar.
h.      Kamu harcamalarının otomatik istikrar sağlama etkileri ise kamu gelir sistemi kadar yüksek değildir. Ancak, otomatik istikrar sağlayıcı politika aracı olarak durgunluk dönemlerinde kamu harcamalarının azalmaması, aynı düzeyini koruması arzulanır bir durumdur.
i.        Cari ve yatırım harcamaları gibi gelir yaratıcı kamu harcamalarının durgunluk dönemlerinde esneklik göstermemeleri otomatik istikrar aracı olarak önemlidir.
3.      Durgunlukla Mücadelede İradi Maliye Politikası;
a.      Kamu Harcamalarında Değişiklik
i.      Durgunluktan çıkışı amaçlayan iradi maliye politikasında, toplam talebi arttırmaya yönelik olarak kamu harcamaları arttırılır.
ii.      Arttırılan kamu harcamaları Marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak milli gelir düzeyini ve istihdamı yükseltir.
iii.       Veri kamu harcama artışının öngörülen sonucu verebilmesi açısından harcamanın finansman kaynağı son derece önemlidir. Bu sonucun elde edilebilmesi için, ekonomide para arzının artması gereklidir.
iv.      Vergi söz konusu olduğundan, kişiler artan kamu harcamaları yolu ile elde ettikleri ek gelirleri üzerinden önce vergi öderler, geriye kalan gelirlerinden Marjinal tüketim eğilimlerine bağlı olarak harcama yaparak milli gelir artışına katkıda bulunurlar


 
v.     Vergili bir sistemde durgunlukla mücadele amaçlandığında, aynı miktar gelir artışının sağlanabilmesi için, vergisiz sisteme oranla daha fazla kamu harcaması artışının gerekli olduğu, çünkü kamu harcaması nın bir bölümü vergi yolu ile gelir akımından çekilmiş olacağından, bu etkiyi ortadan kaldırabilmek için daha fazla harcama gereğinin ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmaktadır.
vi.      Transfer harcamalarında üretim faktörü kullanılmadığı için doğrudan milli gelir artışı gerçekleşmemektedir. Transfer harcamasını elde edenler, kendi tüketim eğilimlerine göre piyasadan mal ve hizmet alımına yönelik harcama yaparak gelir artışına katkıda bulunurlar.
vii.      Gelire Bağlı Vergiler: Gelire göre değişen oranlarda salınan vergilerdir.
viii.      Transfer geliri elde edenlerin Marjinal tüketim eğilimi “1” değerinden küçük olduğu sürece, yapılması gerekli toplam harcama miktarı, transfer geliri elde edenlerin Marjinal tüketim eğiliminin “1” olması halinde gerekli olan harcama miktarından çok daha büyük olacaktır. Bu durum bütçe tahdidi sorunu karşısında önemlidir.
b.      Kamu Gelirlerinde Değişiklik;
i.      Gelirden Bağımsız Vergiler: Gelir üzerinden sabit miktarlarda alınan vergilerdir. (c/1- c)
ii.      Gelire bağlı vergilerde yapılacak bir indirimin gelir etkileme katsayısı bu verginin çarpan katsayısı ile belirlenmektedir. Bu katsayı, [1/1-c (1-t)] ifadesi ile gösterilir.
iii.       Gelire bağlı vergilerde yapılan indirim, ilk anda vergi sonrası bireysel gelirde bir artış sağlamasına, aynı anda çarpan katsayısının da yükselmesine neden olmakla beraber, gerçekleştirilen harcama artışının gelir vergisi freni ile karşılaşması engellenemez. Vergi oranlarının azaltıldığı durumda oluşan vergi freni, yüksek oranlardaki vergi freninden daha hafif olur.
c.       Bütçe Etkisi;
i.      Klasik yaklaşıma bağlı kalınarak, harcamaların gelire bağlı olmayan vergilerle karşılandığı varsayıldığında, diğer bir deyişle, denk bütçe varsayımı altında net bütçe etkisi ΔY=ΔGo olacaktır.
ii.      Ekonomideki gelir artışı, kamu harcamalarının artışına bağlıdır ve ona eşittir. Diğer bir deyişle, gelire bağlı olmayan vergilerin bulunduğu bir sistemde denk bütçe uygulaması milli gelirde bütçe hacmine eşit bir artışa neden olacaktır.
iii.       Bütçenin denk olduğu durumda bile, bir yandan harcama kalemlerinin bileşimine, diğer yandan da gelir kalemlerinin bileşimine bağlı olarak farklı çarpan katsayısı ortaya çıkmakla beraber, ekonomi üzerindeki net etki genişletici olmaktadır.
4.      Genişletici Maliye Politikasını Destekleyici Araçlar;
a.      Maliye Politikası Yanında Para Politikası;
i.      Tam Çarpan Etkisi: Kamu harcamalarında bir birim artışın, veri çarpan katsayısı ve sabit faiz oranı altında gelir düzeyinde oluşturduğu artıştır.
ii.      Yükselen işlem hacmini çevirmeye yetecek para miktarı olmadığı durumda, diğer bir deyişle, işlem güdüsü ile para talebinin yükselişi karşısında para arzının gereği kadar arttırılmadığı durumda, faiz oranı yükselir ve uyarılmış yatırımlar üzerinde olumsuz etki yapar. Sonuçta, kamu kesiminde yapılmış olan otonom yatırımların tam çarpan etkisi ile oluşturabileceği gelir artışı sağlanamaz.
iii.       Dışlama etkisinin bertaraf edilmesi, maliye politikası uygulamasının sabit faiz ortamında gerçekleştirilmiş olmasını gerektirmekte, faiz oranının sabit kalabilmesi için ise yükselen para talebi karşısında para arzının da yükselmesi gerekmektedir. Maliye politikasından beklenilen sonucun alınabilmesi için, maliye politikası yanında para politikasının da devreye sokulması kaçınılmaz olmaktadır.
iv.      Durgunluk dönemlerinde uygulanan maliye politikasının para politikası açısından incelenmesi paracı bir yaklaşımla ele alındığında, ucuz para politikası izlenip, para arzının artırıldığı dönemlerde faiz oranlarının gerileyip yatırımlar üzerinde artırıcı etki yapmasının, bir yandan Spekülatif para talebinin faiz esnekliğine, diğer yandan da yatırım fonksiyonunun faiz esnekliğine bağlı olduğu ifade edilir
v.     Önce para arzının faiz oranı üzerindeki etkisi dikkate alınırsa para arzının faiz oranını düşürebilmesi için, sermaye piyasasında kıymetli kâğıt talebinin artması gerekir ki, böylece tahvil fiyatları yükselirken, faiz oranı düşmüş olsun
vi.      Veri işsizlik, maliyet yönünden ücreti sürekli düşük düzeyde tutarken, aynı anda talep yönünde de ciddi bir kısıtlama getirmiş olmaktadır. Çünkü toplam talep sadece bireysel satın alma güçlerine değil, aynı zamanda talep edenlerin sayısına da bağlıdır.


 
vii.      Piyasaya sürülen para, işsizler kesimine kanalize edilmedikçe, etkin bir sonuç alınamaz. İşsizlik sigortası gibi sosyal önlemlerle işsizlik kanalına sevk edilen yeni para, tüketimi canlandırabilir.
viii.      Otonom Yatırım: Faiz oranından bağımsız olarak kamu kesimi içinde yapılan yatırım harcamalarıdır.
ix.      Genişletici maliye politikası, özellikle kamu otonom yatırım harcamaları yolu ile işsizler kesimini hedef alan harcamalarla en etkin sonuca ulaşır.
x.     Bütçe açığının en etkin finansman yolu, maliye politikası önlemleri ile birlikte para politikasını da harekete geçirebilecek olan Merkez Bankası finansmanıdır.
 
b.      Maliye Politikasının Etkinliği; Veri çarpan katsayısı altında uygulanan maliye politikasının tam çarpan katsayısı etkisi oluşturmasıdır.
i.      Kamu kesimi otonom yatırımları arttırıldığında, piyasada işlem hacmi artmış olacağından, büyüyen işlem hacmini destekleyecek para arzının olmadığı durumda, faiz oranı yükselecek, oluşan faiz yükselişi, uyarılmış yatırımları olumsuz etkileyerek, bunların bir bölümünün piyasadan çekilmesine neden olacaktır.Böylece otonom yatırımlar milli geliri arttırırken daralan uyarılmış yatırımlar gelir üzerinde kısıcı etki yaratacak, sonuçta, milli gelirde görülen artış düzeyi, otonom yatırımların kısılması nedeniyle tam çarpan katsayısı ile sağlanabilecek düzeyin altında kalacaktır.
ii.      Yatırım fonksiyonunun faiz ilişkisinin negatif olması, faiz-milli gelir eksenleri
arasındaki IS fonksiyonunun da negatif eğimli olmasına neden olmaktadır.
iii.       Faiz oranı ile gelir düzeyi arasında ilişki kuran para piyasası dengesi ise Spekülatif Para talebi ile para arzı arasında eşitliği sağlayan likidite talebi ve para arzı  fonksiyonu (LM) ile gösterilmektedir.
iv.      Dışlama etkisini ortadan kaldırabilmek için faiz oranını sabit tutmak gerekli olduğundan, piyasadaki para arzının arttırılması kaçılmazdır. Piyasadaki para arzı arttırıldığında LM eğrisi sağa kayarak LM' olacaktır.
c.       Genişletici Maliye Politikası ve Borçlanma;
i.      Genişletici maliye politikası, niteliği gereği, açık bütçe ilkesine dayanır ve borçlanmayı gündeme getirir. Çünkü genişletici maliye politikası uygulanırken bir yandan kamu harcamaları arttırılmakta, diğer yandan vergiler  hafifletilmektedir. Diğer bir deyişle, bu politikalar çerçevesinde kamu harcamaları arttırılırken, özel kesimden bu artışı dengeleyici bir kısıntı yapılmamaktadır.
ii.      Durgunluk dönemlerinde ihraç edilen kamu borç senetleri hem özel tasarrufçular için güvenilir bir yatırım aracı olarak görülür, hem de elde edilen faiz geliri, özel tüketim harcamalarını artırıcı yönde etki yapar
iii.       Durgunluk dönemlerinde kamu harcamalarının finansmanında vergi yerine borçlanmanın kullanılması, ekonomide toplam tüketimi arttırır. Vergilerle kaynaklar, Kamu kesimine aktarılırken, Marjinal tüketim ve tasarruf eğilimlerine bağlı olarak sadece tasarruflar değil, tüketim de kısılmaktadır.
iv.      Özel tüketim harcamaları değişmeden kamu harcamalarının yükselmesi, toplam tüketimi artırmaktadır.
 
5.      Genişletici Maliye Politikasının Genel Değerlemesi;
a.      Genişletici maliye politikası, ilke olarak ekonomilerde yapısal faktörler dışında oluşan nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan durgunluk halleri esnasında geçici olarak uygulamaya konan mali önlemler dizisi olarak görülür. Diğer bir deyişle, ekonomik kalkınma veya temel kesimlerde ciddi ve yapısal nedenlere bağlı darboğazların bulunduğu hallerde genişletici maliye politikası yeterli ve etkili olamaz. Çünkü bu tür politikanın etkili olabilmesi için ekonomik yapının hem kapasite hem de duyarlılık açısından elverişli olması gereklidir.
b.      Kalkınma çabası içinde olan ekonomilerin temel sorunları ise yapısal darboğazlar ve her alanda yaşanan kapasite eksikliğidir.
c.       Keynes teorisi krizlerde genişletici maliye ve para politikası uygulanmasının gerekli olduğunu savunur
d.      Piyasalardaki olağanüstü miktarda paraya karşın krizin önlenemeyip sadece daha yüzeyden seyretmesinin sağlanması ise kapitalizme ilişkin yapısal krizler karşısında klasik maliye politikası araçlarının etkili olamayacağını ortaya koymaktadır.
e.       Amerika Birleşik Devletleri’nde 1960’larda genişletici maliye politikası çok etkin bir biçimde uygulanmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır.


 
6.      Gelir vergisi otomatik istikrar sağlayıcı politika aracı olarak “Artan Oranlı Tarife Yapısı” etkili olur.
7.      Kurumlar vergisinin, otomatik istikrar sağlayıcı olarak gelir vergisi kadar başarılı olmama nedeni “Düz Oranlı” olmasından
8.      Transfer harcamalarında meydana gelen bir artışın gelir arttırma katsayısı, Transfer geliri elde edenlerin Marjinal tasarruf eğiliminin sıfır olduğu durumda gelir yaratıcı harcamaların gelir artırma katsayısına eşit olur.
9.      Gelire bağlı olan vergilerin gelir etkileme katsayısını belirleyen formül                   1/1-c (1-t)
10.   Otonom yatırımların neden olduğu dışlama etkisi Yatırımların faiz esnekliği ile ortaya çıkar.
11.   Toplam talep toplam arzdan düşük düzeyde kalırsa, aradaki fark deflâsyonist açık olarak belirlenir ve ekonomide gelir ve istihdam düzeyi geriler. Bu durumu giderici en etkili önlem Gelire bağlı olmayan vergi ve gelir yaratıcı harcama artışı
12.   Ekonomik Konjonktüre karşı tepki veren en önemli araç gelir vergisidir.” ifadesi Doğrudur, çünkü Konjonktüre karşı esnektir.
13.   “Kurumlar vergisi genellikle düz oranlı uygulandığından, gerileyen gelirler karşısında yükümlüleri daha düşük vergi oranına indiremeyeceği için, otomatik istikrar sağlayıcı olma açısından etkinliği, gelir vergisine oranla zayıftır.” ifadesi Doğrudur, çünkü esnek olmamakla beraber kamu gelirlerinde mutlak değişiklik yaratır.
14.   Kamu cari ve yatırım harcamalarının etkilerinin farklı olmasının nedeni Cari harcamalar mevcut
kapasiteyi işler durumda tuttuğu halde, yatırım harcamalarının kapasite yaratmasıdır.
 
 
7. ÜNİTE
1.      Stagflâsyon: Bir ekonomide yaygın işsizlik ile beraber yüksek enflasyonun yaşandığı bir ekonomik
istikrarsızlıktır.
a.      Stagflâsyon kavramı ilk defa İngiliz Parlamenter İain Macleod 1965 yılında kullanmıştır.
b.      İngilizce durgunluk anlamına gelen “stagnation” ve enflasyon anlamına gelen “inflation” kavramlarını birleştiren ve “stagflation” olarak kavramlaştıran Macleod, 1965 yılında İngiliz ekonomisinde ortaya çıkan enflasyon ile birlikte yaygın işsizlikten kaynaklanan durgunluğu ifade etmek istemiştir.
c.       Bir ekonomideki toplam arz ile toplam talebin birbirine eşit olduğu denge durumunda fiyatlar değişmez.
d.      Ekonomik büyüme kısaca, bir ekonomide ortaya çıkan reel gelir artışı olarak tanımlanabilir.
e.       Bir ekonomide ortaya çıkan enflasyon ile mücadelede daraltıcı maliye politikalarına ihtiyaç duyulurken işsizlik ile mücadele ve ekonomik büyüme için genişletici maliye politikaları önerilir.
f.       Stagflâsyon sorunu enflasyon, işsizlik ve istikrarsız büyüme sorunlarının karması şeklinde ifade edilebilir. Bu nedenle, stagflasyon, yüksek enflasyonun, atıl üretim kapasitesinin, yaygın işsizliğin, yetersiz büyümenin birlikte yaşandığı bir ekonomik istikrarsızlık sorunu olarak tanımlanabilir
2.      Stagflâsyon ile enflasyon farkı; Stagflâsyon, yüksek enflasyonun, atıl üretim kapasitesinin, yaygın işsizliğin, yetersiz büyümenin birlikte yaşandığı bir ekonomik sorundur. Stagflâsyon, enflasyon yanında işsizlik sorununun ve yetersiz ekonomik büyümenin bulunduğu bir durumudur. Enflasyon ise sadece genel fiyat düzeyindeki artış ve ona bağlı sorunları içerir.
3.      Stagflâsyonu Açıklayan Görüşler;
a.      Klasik ekonomi yaklaşımına karşı 1936 yılında yayımlanan “Para, Faiz ve İstihdamın Genel Kuramı” isimli kitap John Maynard Keynes e aittir. Tarafsız maliye anlayışının terk edilmesini ve müdahaleci bir devlet anlayışı ile devletin ekonomiye müdahale etmesini önermiştir. Keynesyen yaklaşım ile paralel olmak üzere, bir ekonomide yüksek enflasyonun olduğu dönemlerde düşük işsizlik oranları görülmüştür. İşsizliğin yaygın olduğu dönemlerde de daha düşük enflasyon oranları ortaya çıkmıştır. A. W. Phillips, adının geçtiği çalışmada, parasal ücretlerin artışı ile işsizlik oranı arasındaki ilişkinin ters yönlü olduğu sonucuna varmıştır. Phillips eğrisine göre, bir ekonomide, işsizlik ile mücadele edildiğinde nispeten düşük işsizlik oranına ulaşılır, ancak bu durum yüksek parasal ücret artışı ile başarılabilir. Parasal ücretlerin artışı enflasyona yol açtığına göre, düşük işsizlik yaşandığı dönemlerde yüksek enflasyon söz konusu olur. Eğer enflasyon ile mücadele edilirse bunu başarmak ancak yüksek işsizlik sonucunda gerçekleştirilebilmektedir. İşsizlik oranı ile enflasyon oranı arasında yer alan bu zıt yönlü ilişkinin sürekli ve istikrarlı olduğu ileri sürülmüştür. Bu durum, yukarıda ifade edildiği gibi, Keynesyen yaklaşım ile de uyumlu olmaktadır. Ancak, 1970’li yıllarda Phillips eğrisi ile ifadesini bulan bu enflasyon işsizlik ilişkisinin ortaya çıkmaması ve her iki sorunun da yüksek düzeylerde birlikte ortaya çıkması ile Keynesyen yaklaşıma olan güven sarsılmaya başlamıştır.


 
b.      Monetarist Yaklaşım; Monetarist görüşün kurucusu olarak kabul edilen Milton Friedman ve bu okulun oluşumuna da katkı sağlayan Edmund Strother Phelps, birbirlerinden ayrı olarak yaptıkları araştırmalarında enflasyon ile işsizlik oranları arasında istikrarlı olduğu ileri sürülen ilişkinin doğruluğu üzerinde durmuşlardır.
i.      Friedman ve Phelps, Phillips eğrisinin, önemli bir varsayımın kabulü ile geçerli olduğunu, sözü edilen varsayımın değişimi ya da değiştirilmesi ile Phillips eğrisinin geçerliğini yitireceğini ileri sürmüşlerdir.
ii.      Bu iki ekonomist, Phillips eğrisinin geçerliliği için beklenen enflasyon oranının sabit olduğunun varsayıldığını ileri sürmektedirler
iii.       Friedman ve Phelps’e göre enflasyon ile işsizlik arasındaki ilişki, beklenen enflasyon oranı değişmediği zaman istikrarlı olacak, beklenen enflasyon oranının değişmesi halinde ise Phillips eğrisi yukarı doğru hareket edecek ve yeni bir denge noktası oluşacağı ileri sürülmektedir.
iv.      Friedman ve Phelps, beklenen enflasyonun, gerçekleşen enflasyon oranının önemli bir artış göstermediği dönemlerde değişmeyeceğini ileri sürmektedirler.
v.     Eğer gerçekleşen enflasyon oranında hissedilir ya da önemli bir artış söz konusu olursa bu durumda, beklenen enflasyonun yükseleceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Beklenen enflasyon oranının yükseldiği durumda, hem enflasyon hem de işsizliğin artabileceği ileri sürülmektedir.
c.       Kısa Dönem Phillips Eğrisi; İşsizlik oranı ile enflasyon oranı arasındaki değişimi gösteren negatif eğimli bir eğridir.
i.      Beklenen ve gerçekleşen enflasyonun birbirlerinden farklı olması stagflâsyonun anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.
ii.      Friedman ile Phelps’in analizlerinde iki ayrı Phillips eğrisinden söz edilmektedir.
Bunlardan biri kısa dönem Phillips eğrisi diğeri ise uzun dönem Phillips eğrisidir.
d.      Uzun Dönem Phillips Eğrisi;
i.      Friedman ve Phelps, beklenen enflasyon kavramından güç alarak Phillips eğrisinin kısa dönemde istikrarlı olmadığını, uzun dönemde de, enflasyon ve işsizlik arasında bir değişimin görülmediğini ileri sürmektedir. Friedman ve Phelps, görüşlerini desteklemek üzere de doğal işsizlik oranını kullanmışlardır. Onlara göre, enflasyon oranı arttıkça, beklenen enflasyon oranı da artacaktır. Bu durum, kısa dönem Phillips eğrisini, beklenen enflasyon oranına bağlı olarak yukarıya doğru kaydıracaktır. Beklenen enflasyon oranı değiştikçe Phillips eğrisinin yukarı doğru kayışı devam edecektir. Doğal işsizlik oranı, enflasyonun olmadığı işsizlik oranı olarak kabul edildiğinde, kısa dönem Phillips eğrisinin yatay ekseni kestiği noktada oluşan işsizlik oranı doğal işsizlik oranı olarak kabul edilebilir. Friedman ve Phelps, tam bilgi ile donanımlı işçiler ile firmaların kararlarını reel ücret düzeyini dikkate alarak oluşturacaklarını ileri sürmektedirler. Ekonomi doğal işsizlik oranında iken reel ücret sabittir. Böyle bir durumda eğer enflasyon olursa işçiler ücret artışı talep ederek satın alma gücündeki azalmayı önlemek isterler. işsizliği azaltmak üzere uygulanan bir genişletici politika durumunda artan talep nedeni ile firmalar ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını işçilerin beklentilerinden daha fazla yükseltebilirler. Yüksek fiyatlar nedeni ile oluşan yüksek hasılat firmaları eski ücret düzeyinden geçerli iş  gücü talep etmeye sevk eder. Kısa dönemde, işçiler ücret hadlerinin yükseldiğini sanarak bu talebe yanıt verirler. Bu durumda işsizlik oranı doğal işsizlik oranının altına inebilir. Uzun dönemde, işçiler fiyat artışının ücret artışından fazla olması nedeni ile reel ücretlerinin azaldığını anlayarak iş gücü arzını azaltmakta ve ücret artış oranının fiyat artış oranı ile hareket etmesini talep etmede ısrarlı olurlar.
ii.      Uzun dönem Phillips eğrisi kısa dönem Phillips eğrilerinin yukarı kayması ile oluşan denge noktalarının birleştirilmesi ile oluşmaktadır.
iii.       Monetaristlere göre, bir ekonomide işsizlikle mücadelede uygulanan genişletici  makro politikalar sürdükçe, işçilerin oluşacak enflasyonu dikkate alarak ücret taleplerini tekrarlayacaklarını, ancak bu ayarlama sürecinin zaman alacağını ileri sürmektedirler.
e.       Çağdaş Keynesyen Yaklaşım;
i.      John Maynard Keynes’in Genel Kuramı’nı yayımlamasından sonra gerek gelişmiş ve gerekse gelişmekte olan ülkeler müdahaleci devlet anlayışını benimsemiş ve ekonomilerinin istikrara kavuşmalarında, toplam talep yönetimi ile istikrar politikalarını uygulamışlardır.